ASHABUL KARYE :YASİN SURESİNDEKİ KAVİM VE ELÇİLER KİM

Karye, insanların toplandığı küçük köy anlamındadır. Kur'an-ı Kerîm'de sık sık geçen bu kelime şehir' anlamına da gelebilmektedir. Yâsin suresinde geçen "Ashâbu'l-Karye" (M.S.40'lı yıllar) tabiriyle Antakya'da yaşamış bir topluluk anlatılmak istenmiştir.

Sözü edilen şehir halkı kendilerine gönderilen iki elçiyi [ Yunus (Yuhanna) ve Yahya (Pavlus)   ] yalanlamışlardı. Üçüncü bir elçi [ Şem’un-i Sefa ( Petros ) ]  gönderildi. Şehir halkı, elçilere “sizin yüzünüzden uğursuzluğa uğradık. Sözünüzden vazgeçmezseniz sizi taşlarız, size azap ederiz” demişlerdi. Şehir halkından biri, “Ey kavmim! Peygamberlere uyun” demiş, îmân ettiğini açıklamıştı. Halk, bu mü’mini öldürmüş, Allah da bunları korkunç bir sesle helâk etmiştir (Yâsîn, 36/13-29).
Ashâb-ı Karye’nin kimler olduğu, gönderilen elçilerin ve îman eden kişinin isimleri Kur’ân’da bildirilmemiştir. Ancak rivâyetlere göre, “Ashâb-ı Karye” Antakya halkıdır. Söz konusu elçileri de Hz. İsa (a.s.) göndermiştir. Elçilere arka çıkıp îman eden kişi ise Habîbü’n-Neccâr’dır.

Yâsin suresi 13. ayeti ve devamında anlatılan bu olayda sözkonusu olan elçilerin Hz. İsa (a.s.)'nın havarîlerinden olduğu rivayet edilir.

Hazreti İsa, havarilerinden Yunus (Yuhanna) ve Yahya (Pavlus)’yı Antakya’ya gönderir. Kaynaklarda mesleği başka başka belirtilmesine rağmen, ‘Neccar’ın Arapça karşılığı marangoz olduğu için genel olarak marangozluk yaptığı ifade edilen Habib-i Neccar, çocuğunun cüzam hastalığından dolayı bugün Habib-i Neccar Dağı olarak anılan yerde bir mağarada yaşamaktadır. Hazreti İsa’nın gönderdiği elçiler, Yunus ile Yahya şehre dağ tarafından girer ve ilk olarak Habib-i Neccar ile karşılaşırlar. Yabancılara kim olduklarını soran Habib-i Neccar, ‘İsa Peygamber’in havarileriyiz’ cevabını alınca, onlardan, peygamberin elçileri olduklarına dair bir delil ister. Onlar da; “Biz, Allah’ın izniyle hastaları iyileştiririz” derler. Havarileri, oğlunun yanına götürür. Onlarda, dua edip, çocuğun sırtını sıvazlarlar ve çocuk, Allah’ın izniyle sağlığına kavuşup, ayağa kalkar. Bu durum karşısında Habib-i Neccar, elçilere iman eder. Ancak Antakya’lılar, elçileri hoş karşılamaz ve yalanlarlar. Bunun üzerine İsa Aleyhisselam, şehre üçüncü bir elçi  [ Şem’un-i Sefa ( Petros )]  gönderir. Elçilerin tüm çabalarına rağmen halk inanmaz ve onları öldürmeyi planlar. Bunu öğrenen Habib-i Neccar şehre girerek, Antakya’lıları elçilere inanmaya çağırır.

Habibi Neccar ile Şem'un un mezarı aynı yerde bir arda ,Pavlus ile Yuhanna da aynı yerde bir aradadır.
















Kur’an-ı Kerim’de, Yasin Suresi başlangıcında Allah, Peygamberimiz’e, elçiliğinin şüphesiz olduğunu belirtikten sonra bu konuyu misal getirmesini emreder:

“1-Yâsîn,

2-Hikmet dolu Kur’an hakkı için,

3-Sen şüphesiz peygamberlerdensin…

13-Onlara, şu şehir halkını misal getir: Hani onlara elçiler gelmişti.

14-İşte o zaman biz, onlara iki elçi göndermiştik. Onları yalanladılar. Bunun üzerine üçüncü bir elçi gönderdik. Onlar: Biz size gönderilmiş Allah elçileriyiz dediler.

15-Elçilere dediler ki: Siz de ancak bizim gibi birer insansınız. Rahman, herhangi bir şey indirmedi. Siz ancak yalan söylüyorsunuz.

16-Dediler ki: Rabbimiz biliyor; biz gerçekten size gönderilmiş elçileriz.

17-Bizim vazifemiz, açık bir şekilde Allah’ın buyruklarını size tebliğ etmekten başka bir şey değildir dediler.

18-Doğrusu siz bize uğursuz geldiniz. Eğer bu işten vazgeçmezseniz, andolsun sizi taşlarız. Ve bizden size mutlaka fena bir kötülük dokunur dediler.

19-Elçiler şöyle cevap verdi: Sizin uğursuzluğunuz sizinle beraberdir. Size nasihat ediliyorsa, bu uğursuzluk mudur? Bilakis, siz aşırı giden bir milletsiniz.

20-Derken şehrin öbür ucundan bir adam koşarak geldi. “Ey kavmim! dedi, bu elçilere uyunuz!”

21-“Sizden herhangi bir ücret istemeyen bu kimselere tabi olun, çünkü onlar hidayete ermiş kimselerdir.”

22-“Bana ne olmuş ki, beni yaratana ibadet etmeyecekmişim! Halbuki, hepiniz O’na döndürüleceksiniz.”

23-“O’ndan başka tanrılar mı edineyim? O çok esirgeyici Allah, eğer bana bir zarar dilerse, onların şefaati bana hiçbir fayda vermez, beni kurtaramazlar.”

24-“İşte o zaman ben apaçık bir sapıklığın içine gömülmüş olurum.”

25-“Şüphesiz ben, Rabbinize inandım, beni dinleyin.”

26-Ona: Cennete gir denilince. “Keşke dedi, kavmim bilseydi!”

27-“Rabbimin beni bağışladığını ve beni ikrama mazhar olanlardan kıldığını!”

28-Biz ondan sonra, onun milletini helak etmek için üzerlerine gökten herhangi bir ordu indirmedik ve indirecek de değildik.

29-(Onları helak eden) korkunç sesten başka bir şey değildi. Birdenbire sönüverdiler.”

Antakyalılar, Habib-i Neccar’ın yaşadığı mağarada başının kesildiğini ve kopan başın tepeden yuvarlanarak şuan adıyla biline caminin bulunduğu yere geldiğine inanır. Bazı rivayetlere göre de, iman etmeyen halk tarafından taşlanarak, linç edilerek veya kesilerek öldürül­düğü; kesilmiş başını eline alıp yürüdüğü rivayet edilir.(bir rivayet göre vücüdu mağarada başı caminin olduğu yerde gömülüdür)

Antakya’da, Asi Nehri’nin bu yakasında, cadde olarak bilemiyorum ama Hatay Devleti kurulduğunda meclis olarak kullanılan tarihi binanın olduğu taraf değil de, bu yakada cadde üzerinde Habib-i Neccar Camii vardır.

İslam Halifesi Hazreti Ömer zamanında onun komutanlarından Ebu Ubeyde Bin Cerrah tarafından 636 yılında Antakya fethedildiği dönemde, mezarların yeri tespit edilmesinden sonra fethin anısına Habib-i Neccar ve İsa Aleyhisselam’ın havarilerinin mezarının bulunduğu yerde, bu cami yapılmıştır. Habib-i Neccar Camii, Türkiye sınırları içerisinde yapılan ilk cami olarak bilinir.
NOT:KARYE HALKI İLE İLGİLİ FARKLI RİVAYETLER DE SÖZ KONUSU OLMAKLA BİRLİKTE, EN MEŞHURU BURADA ANLATILANDIR.